left kanilski | yazmak, kendine alışamamaktır!: Haziran 2009


serbest edebiyat 13


BİR MAHALLE VE BİR SON


Güzelliği sadelikte arayan, çirkinliği sadelikle sınayan bir insandım o zamanlar. Renklerin armonisiz ve ahenksiz karışımına her rastladığımda, boğazlanıyorum hissine kapılırdım. Hatta üst kattaki Neriman Abla'yı makyajlı gördüğümde, “bülbülü altın kafese koysan bülbül yine bülbül be ablacığım” diye de takılırdım. Tabi ki söz konusu vecizenin başrolünün eşek olduğunu bilirdim fakat Neriman Abla'ya yaş farkımızdan dolayı beklediği saygımdan terbiyeli davranmam gerekirdi. Sağ olsun kadıncağız, her takılmamda yüzüme “haşarılığımı ve yaramazlığımı” vurgulayan bir gülücük atardı, “hadi oradan eşek sıpası” derdi. Çok geçmedi eski belalısının, Neriman Abla'yı bıçaklayarak öldürdüğü haberi geldi. Yazıktı. Kahvenin önünden eteğini havalandıracak yaşta değilse de pişmaniye kıvamında saçlarıyla penceresinin önünde sokağı seyre dalarken, bir yandan da örgüsünü örmekle meşgul olan diğer komşumuz dul Pakize Teyze kadar bitik de değildi. Kan kırmızı ruju, çimen yeşili rimelleri ve kireç kıvamında pudrası olmasa da güzeldi. Hatta olmasa daha güzeldi. Ölüm erken geldi. Sabah erkenden de haberi…

Kapıcı sağ olsun. 1 litre süt, 1 kilo domatesine kavuşana kadar pencere önlerinde helak olan Pakize Teyze’yi saatlerce bekletir de, böyle meşum haberleri yetiştirmekte karnesinde takdir getirmiş yeni yetmelerin eve seğirtmeleri kadar hızlı davranırdı. Tombul kapıcı Rıza Efendi, her siparişi karşılığında bakkaldan komisyon olarak aldığı somun ekmeği siparişleri dağıtana kadar midesine indirmekten olacak, göbeği kümbet biçimini almış, nefesi her merdiven çıkışında, bütün dairelerden işitilir olmuştu. Önce kapıyı hızlı hızlı tıklattı. Açtım, ne var Rıza Efendi dedim. Neriman Abla dedi. Ee dedim. Ölü bulmuşlar bu sabah dedi. Hay Allah dedim. Şaşırmış olacağım ki, böyle eşine az rastlanır havadis karşısında kayıtsızca hay Allah diyebildim. Sonra iyi, Allah rahmet eylesin o zaman deyip kapadım kapıyı. İnsan kendi ve kendi yakınlarının çekmediği acılar karşısında nasıl da yapmacık olabiliyor diye düşündüm. Neriman Abla için bu olay, hayatının nihayetiydi. Hele onu öldüren için belki de geceleri bitmeyecek kâbuslara gark olacağının resmiydi. Hapse girecekti. Bu dünyadan bir can almıştı gözünü kırpmadan. Onun için hayat artık başka bir yöne gidecekti. Serbest değildi seçimlerinde. Hatta seçimleri bile olmayacaktı şüphesiz. Yakalanmış zaten 10 gün sonra. Hatta pişmanlıktan kendi gitmiş komiserin ayağına. Sınav kağıdını, soruların henüz hepsini cevaplamadan vermek zorunda kalan öğrenci gibi tahayyül ettim onu… bu haberi de yine gürbüz kapıcı Rıza Efendi'den aldım, mahalleyi terk edişimden 1 yıl sonra geçmiş anıları canlandırmak için döndüğümde.




Bu bir yılda ne kadar çok acılar çektiğimi, ne kadar çok kahkahalar attığımı ve en önemlisi bir zamanlar sahip olduğum fikirlerle düpedüz alay edebilecek kadar değiştiğimi düşündüm. Bir sene önceki siyasi görüşlerim bile değişmişti. Bu değişimin cebimdeki paraların suyunu çekmesiyle bir ilişkisi olduğunu anımsıyorum şu anda. Ne de olsa, vatandaş cebine girenle mutlu, girmeyenin müsebbibi ise tabi ki devlet olacaktı. Her neyse, bir yıl önce birbirinden garip ve farklı komşularım arasında yaşadığım apartmana söyle bir baktım bakkalın köşesinden döndüğümde.

Bir yıl, bir binanın eskimesi ve değişmesi için uzun bir zaman değildi şüphesiz. Ama kendi değişimlerimle yüzleştiğimde, acaba binada da farklılıklar var mı diye meraklandım. Apartmana giriş kapısının kilidi ve anahtar kısmı taşındığım zamanki gibi bozuk olduğundan içeriye kolayca girebildim. Rıza Efendi bu kadar midesini dolduracağına biraz da şu apartmana baksa ya, diye düşündüm. İçeride Rıza Efendi'yle karşılaştık. Apartmanda oturduğum sıralardaki yapmacık sırıtışı kalmamıştı. Ne de olsa benim kapıcım değildi artık, bahşiş beklentisi olmadığı zamanlardaki gibi asık suratlı konuştu benimle. Sorduğum birkaç soruya yarım ağızla cevaplar verdi.

Benim daireye polis emeklisi Galip Bey taşınmış. Yine Rıza Efendi'nin aktarmalarına göre, çok müşfik, çok munis ve çok alicenap bir adammış Galip Bey. Rıza efendinin, birisi hakkında bu kadar güzel sıfatlar kullanmasına alışık olmadığımdan, Galip Bey'in Rıza Efendi'ye bol miktarda bahşiş verdiğinden emindim. Rıza Efendi Galip Bey'le ilgili bilgileri verdikten sonra bana müsaade deyip ayrıldı yanımdan. Pakize Teyze'ye hal hatır sormadan gitmemem gerektiğini düşündüm ve merdivenlerden çıkmaya devam ettim. Onun hala ölmemiş olmasından dolayı kendisi için seviniyordum. Bir an dördüncü ya da beşinci basamakta, belki de o buna dertleniyordur diye düşündüm. Ne de olsa hayatında kimsesi yoktu. Saksı çiçeği gibi bir hayatı vardı. Yalnızlıktan sıkılmış bir halde ölümü beklemeyip de ne yapar ki insan? Kapıyı tıklattım. İçeriden geliyorum diye seslenmesinden uzun bir süre sonra sürgü sesi işittim ve karşımda Pakize Teyze vardı. Beni tanımadı önce. Normalde kısık bakan gözleri açıldı biraz. Benim hırsız olduğumdan şüphelenmiş. İçeride acı kahvemizi yudumlarken söyledi bunu. Nasıl geçiyor günlerin Pakize Teyze dedim. Konuşmadan önce alışılmışın dışında duraklaması, kapıda beni zar zor hatırlaması, kahveyi getirirken elinin yavan titreyişleri kendi ölümü hatırlattı bir an. Ben de mi böyle ölgün, ben de mi böyle yitik olacağım yaşlandığımda diye düşündüm.

Bu düşüncemin kasvetini Pakize Teyze'nin ayaklarından şikayeti böldü. “Yürüyemiyorum evladım, adeta can çekişiyorum yürürken” dedi. Haklısınız, yaşlılık zor dedim. “Davulcu osuruğu gibi geliyordur sana bu hastalıklar ama ileride sen de yaşarsan bana bir Fatiha gönder olur mu?” dedi. Hay Allah belanı vermesin Pakize Teyze diyecektim, sustum. Benim de kendisi gibi olmamın yahut olmamamın onun gözünde pek bir ehemmiyeti olmadığını, önemli olanın bitik ve hastalıklı bir yaşlılık geçirip ona Fatiha’sını göndermem olduğunu anladım. Bencilliği o an tiksindirmişti beni ama şu an düşünüyorum da, insan yaşlandığında ve geçmişindeki pişmanlıklar gece rahat uyutmadığında, canına tak edip bundan sonra bari az kalan zamanımda mutlu yaşayayım diyebiliyor. Bunda kararlı olduğu müddetçe de bencil olabiliyor. Ah Pakize Teyze, şu anda mezarının nerede olduğunu bile bilmiyorum.

Bir yılın bende ne kadar çok şey değiştirdiğini ve gençliğimin her geçen anında yeni bir insan olduğumu düşünüyordum o mahalleye uğradığımda. Rıza Efendi'ye, 3 karılı bakkala, Pakize Teyze'ye, Salih Amca'ya baktığımda ise neden bu insanlar bıraktığım gibiler, neden hayatlarında geçmişe dalmaktan ve geçmişi tefekkürden başka bir faaliyetleri yok, neden yolun sonuna gelmişken ileriye bakmaktansa arkalarına dönüyorlar diye sorular soruyordum kendime. Şu an yalnız evimin, yalnız odasında, açık sarı, hatta kreme çalan duvarlara çaresizce bakarken, o zamanlar ne kadar saçma sorular sorduğumun farkına varıyorum.

Birkaç yıldır daha az uyumaya başladım. 4, bilemedim 5 saat. Nasıl olsa her şeyin bittiği yerde bol bol uyuyacaksın oğlum Kemal diyorum. Ciğerlerim hala tadına varabiliyorsa bahar çiçeklerinin, yaşlı Mişa’nın lokantasında çok yağlı yiyemesem de mezelerini iç edebiliyorsam bir küçük rakıyla, parkta koşuşan çocukları hala gülerek izleyebiliyorsam, bari bu treni kaçırmayayım diyorum. Pişmanlıklar, yapamamışlıklar ve yarım kalmış planların mihneti ve gailesi geceleri uykuya dalmamda zorlasa bile, yaşadığımın farkına vardığım için, var olduğum için, hatta diğer anılarım gibi bunları da şu kağıda yazıyor olduğum için şanslı hissediyorum kendimi.





Ama söylemek istediğim son bir husus daha var; demin de dediğim gibi insan gençliğinde her şeyin kendi düşündüğü gibi hareket etmesi gerektiği gafletine düşebiliyor. O zamanlar hızla değişmek, her geçen gün hayatına getirdikleriyle hatta daha doğrusu hayattan koparılanlarla yeni bir insan olduğunu düşünebiliyor fakat yaşlılıkta bunun böyle olmadığını, o yıllarda zihnimde yargıladığım yaşlılardan özür dileyerek kabul ediyorum. Bir süre sonra değişmek korkutuyor insanı. Değişimin yorgunluğundan ürküyor insan, kabuğuna çekilip olduğu gibi kalmak istiyor. Ah Pakize Teyze, Salih Amca ve diğerleri… Şu anda sizi çok iyi anlıyorum. Toprağa direnemeyip onun malı olacak vücudumu böceklerin ve kurtların yiyeceği düşüncesi çıldırtıyor beni. O dar tahta kutuya girmek istemiyorum. Tekrar dönsem o günlere, tekrar gelsem o mahalleye… Ne olur bir şans daha verse tanrı baba. Söylediklerimin komikliğine güldüğüm kadar çaresizliğime de gülüyorum şu an. Ayrıca Pakize Teyze, sen ne zeki kadınmışsın, 10 yıldır her gece sana Fatiha okuyorum… şu anda olduğun yerden kıçınla gülüyorsundur belki bana, kim bilir?

lirik edebiyat #4



HİÇ VE HER ŞEY

Nasıl istersen öyle olurum... Yatakta mutlu eder, kocan olurum. Yalnızlıktan çektiysen sahibin olurum. Olmasını istediğim şeyler olabilecekse ben yine istediğin gibi olurum. Rol yaparım. Güldürürüm. Mış gibi davranırım saatlerinin keyfini çıkartırsın. Hem mutlu olursun böylece, sıkıcı gelmez hayat, değişikliğin olurum. Aşk istersen gırla veririm. Zor seviyorsan sertleşirim. Kontrol heveslisiysen kayıtsız kalabilirim. Hiç olurum, mutlu olursun. Hep hiç olurum o halde, istediğin sürece kullanırsın. Aslında sen neyi istediğini biliyorsan ben de öyle olurum. Olmasam da olurum. Bir yolunu bulurum. Dertliysen yahut sinirliysen pek dolaşmam yanında, gözüne gözükmem istemediğin sürece. En az beğendiğin elbisen gibi bir köşede dururum. Dedim ya sonucu düşünürüm ben. Olmasına arzuladıklarım olacaksa şayet, zaman kaybı değilse seninle zaman, ben kılıktan kılığa girer eğlencen olurum. Oyuncağın olurum oynarsın benimle. Senin istediğin boyalarla ve senin kullandığın fırçayla resmolurum. Hiçbir şey de belli etmem hani, sen farkına varmadan değişirim. Hissetmezsin bile, “acaba bir terslik mi var bu işte” diye. Maksat mı? Sormasaydın söylemezdim ama dil bu kolay kanar. Ben istediğimi aldığımda, sen daha doyamadan ben çoktan gitmiş olurum. Seninle hiçliğimden sıyrılıp ben yine her şey olurum. Yalnız başına olurum. Avını yemiş, serin bir gölgede kestiren aslan gibi keyifli olurum. Sonra yeni bir kurban bulurum. O nasıl isterse ben yine öyle olurum...