left kanilski | yazmak, kendine alışamamaktır!: Aralık 2009


serbest edebiyat 19 (31.12.09)

TEK Mİ? ÇİFT Mİ?


(…)

Adam: Yalnızlıktan korktuğun için mi benimlesin, yoksa benimle olmanın verdiklerini kaybetmemek için mi yalnızlıktan korkuyorsun?”

Kadın: Yalnızlıktan korkuyorum demedim, seni kaybetmek istemiyorum dedim. Çarpıtma söylediklerimi. Ayrıca sadece sen misin, beni yalnızlığımdan utandıran ya da korkutan?

Adam: Oo! iddialıyız...

Kadın: Çok farklı değiliz hiçbirimiz. Farkımız çok az. Zaman aynı insanların zamanı. Sende bulamadığımı başkasında da bulamayacağımı sana düşündüren ne?

Adam: Dürüst olmak istemiyorum. Doğruları söyleyemem şu anda. Hem…

Kadın: Neden?

Adam: Ne demek neden. İstemiyorum.

Kadın: Seni yalanların mı koruyor? Onlar olmadan sen değil misin şu karşımdaki? Sakladıklarının seni değersizleştireceğini mi düşünüyorsun? Korkaksın o halde…

Adam: Korku değil bu.

Kadın: Neymiş peki?

Adam: Hmm… Sahip olduğunu kaybetmeme çabası ve nasıl ellerinde tutacağının sırını bilmek diyelim. Hem kaybetmek istememem bile sana değer verdiğimi gösterir. Değerini bil bence.

Kadın: Hah! Yalancısın! Kendine itiraf edemeyecek kadar yalanların var. Onlara sır diyerek kendini koruduğunu sanıyorsun. İnsanları araç yapıyorsun. Onları kullanılacak ve tüketilebilecek bir şey gibi…

Adam: Tamaam! Nasıl diyorsan öyle olsun. Hadi dışarı çıkıp bir şeyler yiyelim. Sabahtan beri birkaç kahve ve kekten başka bir şey girmedi mideme.

Kadın: Tabii, senin miden bizden daha önemli. İnanamıyorum sana. Hep sen, hep sen... Bu konuyu konuşmadan sana bir şey yok.

Adam: Ama… ama… Bu ayıcık çok aaaç. Her şeyi midesiyle düşünüyooo…

Kadın: Hiç sevimli değilsin şu an!

Adam: Hoaar!..

Kadın: Bütün tartışmalarımız yarım kalıyor, farkında mısın?

Adam: Ohoo! Hayatım bir saattir konuşuyoruz zaten. Buna tartışma da denmez ayrıca. Muhabbet denilebilir. Kibar olmak lazım.

Kadın: Bir ayı için imkansız bir şey olsa gerek.

Adam: Hehehe! Şu anda ilk lokmamı aldım mesela. Ama daha lezzetli şeyleri tercih ederim akşam için. Ya hem, ben bi sorun göremiyorum aramızda. Her ilişkide olur ki böyle şeyler. Tadı tuzu bunlar bi tanem. Tadı tuzuu…

Kadın: Ben dışarı çıkmak istemiyorum! Hava soğuk!

Adam: Olsun. Elbiselerimiz var. Ve üst üste giyilebiliyorlar, di mi?

Kadın: …

Adam: hadiii… hadiii… lütfeeen… ayıcık seni but görüyo şu aaann. Bi ısırık alabilir hemeeen…

Kadın: Off! Tamam, bekle. Hazırlanıyorum şimdi. Bu arada ısıtıcıyı açar mısın? Donarak uyumak istemiyorum bütün gece.

Adam: Sıcak bir öpücük her şeyi ısıtır sevgilim.

Kadın: Ha ha ha! Çok komik!

(…)

serbest edebiyat 18 (23.12.09)

BİLGENİN BİLGELİĞİ

"dışarıda dondurucu bir soğuk var, her yer buz kesmiş. Bu havada ne yapmalı efendim?" diye sordu öğrenci. hafifçe boğazını temizledi ve kısa bir cevapla; "bu havada sevişilir" dedi Bilge. O günden sonra da soğuk havalarda ders vermedi.

serbest edebiyat 17 (20.12.09)

SERZENİŞ

Kanımı kaynatıyorsun Fritz... Daha hızlı akıyor şimdi. Dolgun ve daha sıcak. Evrenin hissettirdiği akış gibi… Ve ona karışmak isteyecek kadar canlı…

Her şeyi yakacak, her şeyi yıkacak kadarım artık. Bir çoğunluğum. Bir miktarım. Bir niceliğim. Niteliğin niceliğe dönüşüyüm. Bütün sıfatlarımdan soyundum… Çıplağım.

Beni evrende yalnızlaştırıyorsun Fritz… Tanrısız ve tanımsız bir yalnızlık bu. Besleneceğim hiçbir kaynak, hiçbir ideal yok. Başın ve sonun tesellisi de belirsizlikte kayboldu gitti.

Güçsüzlüğümde gücü bulacağıma inandırdın beni. Hani nerede Fritz? Nerede aslanı konuşturan, çocuğu yarattıran ve zerdüştü yatıştıran güç? Söz vermiştin. Hani?

Karanlıkta kararsızım, kayıtsızım ve kayıbım. Belirlenmemiş bir kaderi kucaklayabilmem için en azından bir kanıt, bir kayık yahut bir kapı. Tüm istediğim bunlar.

Beni bu çağdan koparttın Fritz… Belki senin bile tahmin edemeyeceğin bir yere bıraktın. Şeytanca gülümsedin, di mi? Uslu, sakin, uyumlu bir insanı öldürmenin riskini aldığının farkında mıydın? Başıboşluğun belirsizliğe yolculuğu ürkütmedi mi seni de?

Eskimin yüklerini, ağırlıklarını bir süredir hissettiğim boşluğa bıraktım. Boşluğun derinliğinde görünmezler artık. Omuzlarım rahatladı, ellerim boş ve zihnim engellerinden bağışık… Tıpkı söylediğin gibi. Olmasını istediğim gibi. Ama bunca zamanın bir yere yönelmiş “kudreti”, taşıyacak ve yüklenecek bir şey olmadan o kadar taşkın ve o kadar yoğun ki… bu fazlalığı nasıl zapt edeceğim? Bir anlama yönelmesini nasıl bekleyeceğim?

Sabretmek kolay mı, Fritz?

Beklemek çok zor…