HAYATA BOĞULMAK
Ne kadar sıkıştık ki hayata, o yaşıyor bizi, o yaşatmaya çalışıyor adeta. Halbuki tam tersi olmalıydı bunun. Çocukken anlatılan, içinde bol miktarda umut olan gelecek hayalleri bu kadar çabuk bitmemeliydi, yalnız bırakmamalıydı bizi en dayanıksız zamanlarımızda. Özgürlük avuçlarımızdaydı ya, kutsal kitaplarda bile biz çiziyorduk ya hayatı, işte gerçekten hayata karşı böyle dik durabilmeliydik. Onun özündeki yaşam enerjisini ya da her neyse o, var gücümüzle çekmeliydik içimize. Tamam anlıyorum, kandırılıyoruz çoğu zaman kendimiz tarafından ve bu hoşumuza da gidiyor besbelli. Sorunlara, geçecek diyoruz, ilerideki vaat edilen günlerde geçmişi hatırlayıp güleceğiz diyoruz ama bu kadar hayal kırıklığı henüz en hayalperest olmamız gereken yaşlarımızda ortaya çıkmamalıydı sanki, yapmasaydı bunu. Köşede durup izleseydi bari, o iğrenç ve nefret dolu suratıyla bizi izlerken zevk çığlıkları atsaydı da biz henüz bunları duymasaydık. Şu halde, ölümün fırınına girmek üzere yoğrulan hamurlar gibi aciz oluşumuz ve istenilen şartlarda istemediğimiz ruh halleriyle hayatımızın içine etmemiz karşısında, evet bunlar karşısında nasıl mutlu olabiliriz, nasıl özgür olabiliriz ki? Ve belli kalıplarda pişmeye zorlanan hamurlar gibi, alacağımız şekli belirleyen tırnakları uzun ve kirli eller, o vicdanımıza işleyen silahlarını, baskılarını üzerimizden çekmedikçe nasıl insan olabiliriz?
4 ay önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder