DİKOTOMİ PERDESİ
Hastalık: sen! Övüldükçe hoşlanan, uğrunda göz yaşları dökülen, varlığı için servetler ödenen şey misin? Ha, sen misin o? Ben seni daha ulvi, daha şatafatlı, daha tanrısal bekliyordum. Duyduklarımdan sonra baya merak etmiştim seni, neyse ki ferahladım şimdi. Kuruntularım yersiz çıktı.
Sağlık: evet! Ben... o övülen, ulaşılması güç olan ve ayaklarına servetler dökülen yüce güç. Ya sen kimsin? Kimsin de benim hakkımda kendince düşüncelere dalıp tanrılara öykünüyorsun. Senin olduğun yerde hiçbir bitkinin bitmeyeceğini, hayvanların doğmayacağını ve insanların mutsuz olup kahrolacağını bilmiyor musun? ya da bu kendini bilmezliğin, nefret dolu kinin kaynağı ne?
Hastalık: bir şeyi unutuyorsun sayın yüce güç. (gülerek) yüce güç… haahhahaha! Unuttuğun şey, ben olmadığım sürece senin hüküm süremeyeceğin.
Sağlık: küstah! Buna nasıl cüret edebiliyorsun? yaptıklarım ortada değil mi? yeşeren otlar, açan çiçekler, sevişen insanlar hep benim eserim, benim ürünüm. Ben elimi birazcık çeksem, vahim bir umutsuzluğa, gaileye düşüyorlar. Sen bunları bilmez misin ki hala değersiz varlığın hakkında konuşuyorsun?
Hastalık: işte böyle süslü cümlelerin gibi, onlara da sunduğun gösterişli yanılsamaların var. Dene bakalım, uzun bir süre onlarla ol. Bak bakalım sana olan saygıları kalacak mı? senin peşinden bir daha gelecekler mi? o zaman değerin, günahkar bir fahişeden fazla olmayacak. Zaten bunu bildiğin için bir süre sonra elini çekiyorsun onlardan. Onları önemsesen, benim ellerime bırakmamak için savaşırdın. Desiselerinle ve sahte oyunlarınla hayatlarına hükmetmezdin.
Sağlık: sen çıldırmışsın! Söylediklerin o kadar saçma ve yersiz ki…
Hastalık: yine aynı şeyi yapıp, laflarımı geçiştirmeye çalışıyorsun. Tıpkı o masumlara yaptığın gibi. Oyalayıp oynuyorsun onlarla. Kendini tatmin etmekten başka bir işin yok. Acizsin!
Sağlık: kendine gel! İblis! Sen kendine bak önce, kendini tanı. Soylu olduğundan, ihtirasları ve tutkuları öldürdüğünden söz ediyorsun her yerde. Senin hüküm sürdüğü yerlerde, yalan olmazmış, insanlar acıya dayanıklı olup erdemli olurlarmış. Kendilerini bulurlarmış… (gülerek) hah!... aman ne ala! Ne de güzel kandırıyorsun onları. Evet, asıl sen oynuyorsun o budalaca oyununu. Onlar kendilerini ahlaklı, erdemli ve bilge sanıyorlar. Sen onların beyinlerine giriyorsun, vücutlarında çalışıyorsun ve düşünmelerini engelliyorsun. Şimdi karşımda onların doğruyu bulduklarını nasıl savunursun? Senin olduğun yerde doğru nasıl çıkar? İnsanlar sana kanıp, acı çekerek hayata karşı huzurlu ve erdemli oldukları sanrısına nasıl düşerler anlamıyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, sen büyük bir sahtekarsın. Hatta…
Hastalık: orada dur biraz! Ses tonunu beğenmediğimi söylemek zorundayım. Benim üstümde değilsin, benden daha değerli de değilsin. Onun için bana değersizmişim gibi davranma, sesini yükselterek konuşma ve en önemlisi asla beni hafife alma. Çünkü, ben gücümü tamamen çektiğim anda, insanlık seninle baş başa kalacak ve bir süre sonra yok olacaksın. Hiçlikle malul olacaksın.
Sağlık: kendini dev aynasında görmeye çok alışmışsın, birkaç kendini bilmezin ritüelleri, sana bağlanmaları belli ki gözlerini kapamış, şımartmış seni. Hala elimdeki güce saygı göstermeyecek kadar da basiretsizsin. Kızınca neler yapacağımı bilmiyor musun?
Hastalık: biliyorum. Beni yok etmek için alabildiğince çalışmak, propaganda yapmak. İnanıyorsun ki, sen ebediyen hüküm sürme kararı alınca, ben ortadan yok olacağım. Hah! Saçmalık! Asıl bir zaman sonra senin tahtın sallanacak. Ben olmasam da evren, doğa senden sıkılacak, başka şeyler bulup seni yine çatışmaya sürükleyecekler. Yani şunu anlamalısın ki, ben olmadan, sen olamazsın. Varlığın benim irademe bağlı.
Sağlık: daha fazla konuşup, seni ikna etmeye çalışmayacağım. Çok açık ki, sen laftan anlamaz, mantığı olmayan ve kendini benimle aynı kefeye koymaya çalışan değersiz bir gafilsin. Seninle tartışıp, varlığımı yanında harcamak istemiyorum. Zaman her şeyi gösterecek ve sen, kandırmaya çalıştığın insanlarla birlikte bir gün yok olacaksın. Benim egemen olduğum evren ve onun insanları düşünecekler. Onlar ölümsüz olacaklar.
Ölüm: siz ikiniz! Çabuk defolun buradan! Ben varken size söz düşer mi ha? Karanlık, yapay birer gölgeyken nasıl olur da hakikat sanırsınız kendinizi? Söyleyin bre mel’unlar, söyleyin! Ve şimdi bütün ebediyetimle, geçici varlığınızı yok etmeden, kaybolun gözümün önünden!!!
Sağlık: evet! Ben... o övülen, ulaşılması güç olan ve ayaklarına servetler dökülen yüce güç. Ya sen kimsin? Kimsin de benim hakkımda kendince düşüncelere dalıp tanrılara öykünüyorsun. Senin olduğun yerde hiçbir bitkinin bitmeyeceğini, hayvanların doğmayacağını ve insanların mutsuz olup kahrolacağını bilmiyor musun? ya da bu kendini bilmezliğin, nefret dolu kinin kaynağı ne?
Hastalık: bir şeyi unutuyorsun sayın yüce güç. (gülerek) yüce güç… haahhahaha! Unuttuğun şey, ben olmadığım sürece senin hüküm süremeyeceğin.
Sağlık: küstah! Buna nasıl cüret edebiliyorsun? yaptıklarım ortada değil mi? yeşeren otlar, açan çiçekler, sevişen insanlar hep benim eserim, benim ürünüm. Ben elimi birazcık çeksem, vahim bir umutsuzluğa, gaileye düşüyorlar. Sen bunları bilmez misin ki hala değersiz varlığın hakkında konuşuyorsun?
Hastalık: işte böyle süslü cümlelerin gibi, onlara da sunduğun gösterişli yanılsamaların var. Dene bakalım, uzun bir süre onlarla ol. Bak bakalım sana olan saygıları kalacak mı? senin peşinden bir daha gelecekler mi? o zaman değerin, günahkar bir fahişeden fazla olmayacak. Zaten bunu bildiğin için bir süre sonra elini çekiyorsun onlardan. Onları önemsesen, benim ellerime bırakmamak için savaşırdın. Desiselerinle ve sahte oyunlarınla hayatlarına hükmetmezdin.
Sağlık: sen çıldırmışsın! Söylediklerin o kadar saçma ve yersiz ki…
Hastalık: yine aynı şeyi yapıp, laflarımı geçiştirmeye çalışıyorsun. Tıpkı o masumlara yaptığın gibi. Oyalayıp oynuyorsun onlarla. Kendini tatmin etmekten başka bir işin yok. Acizsin!
Sağlık: kendine gel! İblis! Sen kendine bak önce, kendini tanı. Soylu olduğundan, ihtirasları ve tutkuları öldürdüğünden söz ediyorsun her yerde. Senin hüküm sürdüğü yerlerde, yalan olmazmış, insanlar acıya dayanıklı olup erdemli olurlarmış. Kendilerini bulurlarmış… (gülerek) hah!... aman ne ala! Ne de güzel kandırıyorsun onları. Evet, asıl sen oynuyorsun o budalaca oyununu. Onlar kendilerini ahlaklı, erdemli ve bilge sanıyorlar. Sen onların beyinlerine giriyorsun, vücutlarında çalışıyorsun ve düşünmelerini engelliyorsun. Şimdi karşımda onların doğruyu bulduklarını nasıl savunursun? Senin olduğun yerde doğru nasıl çıkar? İnsanlar sana kanıp, acı çekerek hayata karşı huzurlu ve erdemli oldukları sanrısına nasıl düşerler anlamıyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, sen büyük bir sahtekarsın. Hatta…
Hastalık: orada dur biraz! Ses tonunu beğenmediğimi söylemek zorundayım. Benim üstümde değilsin, benden daha değerli de değilsin. Onun için bana değersizmişim gibi davranma, sesini yükselterek konuşma ve en önemlisi asla beni hafife alma. Çünkü, ben gücümü tamamen çektiğim anda, insanlık seninle baş başa kalacak ve bir süre sonra yok olacaksın. Hiçlikle malul olacaksın.
Sağlık: kendini dev aynasında görmeye çok alışmışsın, birkaç kendini bilmezin ritüelleri, sana bağlanmaları belli ki gözlerini kapamış, şımartmış seni. Hala elimdeki güce saygı göstermeyecek kadar da basiretsizsin. Kızınca neler yapacağımı bilmiyor musun?
Hastalık: biliyorum. Beni yok etmek için alabildiğince çalışmak, propaganda yapmak. İnanıyorsun ki, sen ebediyen hüküm sürme kararı alınca, ben ortadan yok olacağım. Hah! Saçmalık! Asıl bir zaman sonra senin tahtın sallanacak. Ben olmasam da evren, doğa senden sıkılacak, başka şeyler bulup seni yine çatışmaya sürükleyecekler. Yani şunu anlamalısın ki, ben olmadan, sen olamazsın. Varlığın benim irademe bağlı.
Sağlık: daha fazla konuşup, seni ikna etmeye çalışmayacağım. Çok açık ki, sen laftan anlamaz, mantığı olmayan ve kendini benimle aynı kefeye koymaya çalışan değersiz bir gafilsin. Seninle tartışıp, varlığımı yanında harcamak istemiyorum. Zaman her şeyi gösterecek ve sen, kandırmaya çalıştığın insanlarla birlikte bir gün yok olacaksın. Benim egemen olduğum evren ve onun insanları düşünecekler. Onlar ölümsüz olacaklar.
Ölüm: siz ikiniz! Çabuk defolun buradan! Ben varken size söz düşer mi ha? Karanlık, yapay birer gölgeyken nasıl olur da hakikat sanırsınız kendinizi? Söyleyin bre mel’unlar, söyleyin! Ve şimdi bütün ebediyetimle, geçici varlığınızı yok etmeden, kaybolun gözümün önünden!!!
3 yorum:
Erhan fazla güzel yazmaya başladın :) Bayıldım bu yazına!
rica ederim dodocann... beğenmene sevindim, hatta gaza geldim:P :)
değişik bi yazı olmuş. tebrik ederim.
Yorum Gönder