DOSTUM, DOSTSUN, DOSTLAR...
Dostluk diye bir kavramın sadece kavramdan ibaret olduğunu dostum dediğim birinin sevdiğim kıza benden habersiz, sinsice sahip olmasından sonra anladım ilk defa. Sonra bu yönde tecrübelerim sabit oldu sürekli, birkaç kazık birkaç kötü anı unutturdu bana ilkokul yıllarındaki masumiyeti.
O zamanlar toplumda ben olarak değil, biz olarak varlığımızı sürdürüyorduk. Günlerimizi uğrunda harcayacağımız, geceleri planlar yapıp uykularımızı kaçıracağımız dirimsel isteklerimiz ve olmak istediğimiz insan olmak için elimizde bulunması gerekli şeyleri elde etmek için duyduğumuz tutkular yoktu henüz. Hepimiz eşittik o yıllarda. Statü endişesi, beğenilme içgüdüsü, dinlenilme isteği, itibar görme, saygın olma, popüler olma arzusu, iyi dans etme, başarılı bir kariyer, cinsel arzuların doyumu ve bunun gibi diğer isteklerimiz baskın değildi o yıllarımıza. İşte tam da bunun için hepimiz eşittik ve uğrunda savaşlar verebileceğimiz amaçlarımız olmadığı için dosttuk. Karşılık da beklemiyorduk hani, ki beklesek de o yaşlarda herhangi bir kazanımın yahut elde edilen her şeyin bir karşılığı olduğu gerçeğine yabancıydık. Ben popülersem de Berkay buna aldırış etmezdi, beni kıskanmazdı ve kendi kurduğumuz oyun hayatına, o içinde sırf saflık bulunan kendi dünyamızda var olmaya devam ederdik. Dostluğumuz ilkokul yıllarınca sürdü ve aramıza hiç kara kedi girmedi (oyuncağımı sakladığı gün hariç). Salih’le de sıkı fıkıydık, bilgisayar oyunları yeni çıkmıştı o zamanlar. Onun bilgisayarı vardı, saatlerini eğlenceli oyunlarla geçirebiliyordu ve şimdi düşündüğümde o arkadaşlığın en çekilmez olması gereken yanı da sınıfta hep onun sözünün geçiyor olduğu gerçeğiydi. Ama ben bunlara kulak asmadım hiç, çünkü bilmiyordum sınıfta sadece onun sözü geçse ne olacağını ya da benimki geçmese ne olacağını, ne fark edeceğini ve bunun bana ne zararı olacağını. Böyle bir şeyin iki kişi arasında, ona sahip olmayana kıskançlık ve mutsuzluk vermesi gerektiğini henüz kavrayamamıştım. Yine bol bol oynadık Salih’le, her ne kadar sınıfın lideri o olsa da…
Yıllar geçtikçe ortaya çıkması ve yavaş yavaş kıpırdanması gereken karakterim kendini belli etti ve artık arkadaş seçiminde bazı kriterlerim olmuştu. Ailemin konuşma dediğiyle konuşmamaya, derslerde tembel teneke olanlarla muhabbet etmemeye, popüler olmayan figüran çocuklarla takılmamaya başladım. Bu özelliklere sahip olanlarla da hep bir rekabet içinde sürdü arkadaşlığımız. Ben yakışıklı Tarık’ın yanında yakışıklı değilsem ve öyle olduğumu iddia etmiyorsam, o da benim iyi futbol oynadığım gerçeğini kabul edip buna müdahale etmeyecekti. Bu o günden bu güne kadar süren arkadaşlıklarda kabul edilmiş gizli bir sözleşmeydi. Herkes kendi amacı ve olmak istediği şeyi belirliyor ve eğer ona rakip değilseniz size dost diyordu. Ben de öyle yaptım önceleri, öyle yapmak zorundaydım çünkü. Birkaç kez bu kurala uymamaya başladım ve sert, kırıcı tartışmalar hep yalnız bıraktı beni, bazen aşağılandım bazen de yıllardır dostum dediğim insanı kaybettim bu uğurda. Gerçeğe olan bu başkaldırış birçok kez sürdü. Böyle geçen bir süre sonra aynı sözleşmeye ben de dahil olmaya, olmam gerektiğine karar verdim. Hakan’ın kızlarla arası çok iyiydi, bir kere aklına koymaya görsün hemen ayarlardı bir kızı. Neyse işte, ben de fena sayılmazdım o işlerde. Ha unutmadan şunu da belirteyim ki Hakan’la olan arkadaşlığımız ilkokulda başladı. İlkokuldan sonra da ortaokulda görüştük hep. Futbol oynardık bizim evin garajında, sonra bisikletlerimize biner ayaklarımız durumdan şikayetçi olana kadar bisiklet sürerdik. O zamanlar ikimizin de egomuzda olmasını istediği, tatminini elzem gördüğü bir arzu ya da amaç ortaya çıkmamıştı henüz. Onun için, tatlı rekabetimiz bile dokunmuyordu arkadaşlığımıza, ta ki liseye gelene kadar. Hafiften değişmeye başlamıştı bazı şeyler lisede; hakan benden önce kendisine ait olması gereken payeyi, niteliği seçmişti; o lisenin çapkını olacak, bense iyi futbol oynayan tatlı çocuk olacaktım. Dostluğumuz adına bir şey demedin önceleri. Ama sonra ergenlik dönemi hisleriyle ve hormonal baskılarla onun alanına tecavüz etmeye başladım kendimi tutamadan, ben de konuşuyordum bir çok kızla ve bir kaçından haftasonu için randevu bile almıştım. Anlayacağınız Hakan’la yollarımız kesişmişti ve onun benden önce seçtiği bölgeye izinsiz girmiştim. Hakan benim de müsabakada yerim olduğunu öğrenince, misilleme olarak benim alanıma girmeye çalıştı birkaç kez. Futbol takımına girdi önce, sonra zamanında en iyi çalımcının ben olduğunu söyleyen hakan, artık düpedüz kendisinin de yeterince iyi çalım attığını, isterse beni çalıma dizeceğini bile ileri sürebiliyordu. Çıldırmıştım, yıllardır kendimi ait gördüğüm yere, yakın arkadaşım ortak olmak istiyordu. Önümde iki seçenek vardı; ya dostluğumuzu kurtarmak adına kızlarla haşır neşir olduğumu Hakan’a yansıtmayacaktım, ona “sen harikasın abi” diyecektim, ya da iki alanda da rekabet edecektim. Ben ikincisini seçmiştim. Ama ne yazık ki sonuç pek müspet olmadı… beğendiğim kızı, o siyah, küt saçlı, yanaklarında ufak şirin çiller olan Hande’yi o kapmıştı. Üstüne üstlük futbolda da benden iyi olmaya başladı hergele. Nihayetinde kaybeden ben olmuştum.
Sakın hep arkadaşlıkları benim bitirdiğimi, yani kendini geri çekenin hep ben olduğumu sanmayın. Bazen ne olursa olsun dostum olmasını istediğim insanlar da çıktı karşıma, fakat birkaç kez sabretmem neticesinde dostum diyeceğim insanın değer bilmez, uğraştığına değmez bir insan olduğunu anladığım anlarda kendimi tutamayıp kendim oldum ve sonuç da öncekilerden farksız oldu yine. muhabbet ettiği onlarca arkadaşım olmasına rağmen yakın bir dostum yoktu -gerçi hala da yok-. Ama yine de geriye dönüp baktığımda pişman değilim yaptığımdan ve dahil olmadığım gizli sözleşmelerden. Yalancı, dalkavuk bir dostluktansa rekabet edip bir şeylere hırslanmayı, kendimi tutmamayı ve özgür olmayı tercih ederim- ki o zamandan beridir de öyle yapıyorum-. Herkesle konuşuyorum, herkesle samimi olabiliyorum, ama onların arzuladıkları ve olmamı istedikleri dost şekline bürünemediğim için bu arkadaşlıklar hep aynı seviyede kalıyor, dostsuz ve kankasız bir şekilde devam ediyorum hayatıma. Mutlu musun peki derseniz? Kesinlikle denemelisiniz derim. İçinizden geldiğince, yalnız kalmaktan korkmayıp, arkadaşınız hakkındaki fikirlerinizi onun duymayı istediği gibi değil de kendi gördükleriniz çerçevesinde yansıtmak, inanın yalnızlık korkusunun ve kendini kabul ettirme isteğinin neticesinde oluşacak bayağı dostluklardan kat be kat iyi ve daha dürüstçe. Böyle olmak istiyorsanız şayet, aranızda önceden parsellenmiş, korunması zorunlu sınırları olan bölgeler belirlemeyin, ya da böyle bir şey başlamaya yüz tutsa bile çiğneyin bu gizli anlaşmayı, onay vermeyin, rekabet edin ve varsın olmasın o dostluk, ta ki gerçekten bunların hesabını yapmayacağınız, onun da, sizin de egosal tatminlere ihtiyacınızın kalmadığı zamana kadar.
4 ay önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder