KURUNTU
Bir dünya kurmuşuz kendimize, kuruntularımızla kavrulup gidiyoruz. Ortaya karışık düşler, duygular ve yaşanmışlıklar getirtmişiz. Âfiyetle götürüyoruz. Her lokmada hüsn-ü kuruntularımız ve her lokmada takıntılarımız biraz daha yerleşiyor zihnimize. Misafirlikten ev sahipliğine terfî ediyorlar gizlice.
Kurulmuş ve kuruluşuna katılmamız şöyle dursun bizden fikri sorulmayarak tasarlanmış bir dünyada ikâmetteyiz. Mutlu olmaya, ölümsüz olmaya, duygulanıp coşmaya, oraya buraya koşmaya, parktaki küçükten makas almaya, kapı komşumuz Süheyla ablanın merdiven çıkışlarında bacaklarına bakmaya ezelden teşneyiz ama ah o bizim kör olasıca kurallar, değerler ve içine tükürülesi prensiplerimiz yok mu, engelliyor bizi her teşebbüsümüzde.
Dıştan gelen, boğazımıza yapışan ve sorguladığımızda vicdânın şamarını yediğimiz kurallar ve değerler bir yana, kendimize koyduğumuz, iyi bokmuş gibi icât ettiğimiz sınırlarımız var. Kurmuşuz işte kendi dünyamızı, kandırıyoruz kendimizi, hoşumuza da gidiyor ve yaşamaya devam ediyoruz.
“Kendi gerçekliğini yaratmaya koyuldu insan, dışarıdaki gerçeklikte mutlu olabilme inancını yitirince. Hayatla bağlarını koparmaya da cesâret edemedi. Çözümü prensiplerde, değerlerde ve kendince koyduğu kurallarda buldu. Kuruntu icât edildi, insanlık kurtuldu.” (ruhumdan mânzumeler, 11.05.09)
Saçları âhenkle dans eden dilber, güzellik kavramının kendisinde ete kemiğe büründüğüne inanmasaydı; yollarda, lokantalarda, oralarda buralarda görüntüsünden yansıyan ve ondan beslenen özgüveniyle var olmaya karar vermeseydi, bu kızın hali nice olurdu? Hayatın gerçeklik görüntüsünün altındaki korkunç hiçliğini kavrasaydı şayet, kuruntusuz bu kız boşlukta can çekişmez miydi? İyi ki bulmuş değerlerini, iyi ki koymuş kurallarını. İlk buluşmada vermemiş belki ama daha sonra gerisi iyilik güzellik olmuş.
Çok bilmişliğiyle övünen, etrafını sözleriyle ve davranışlarıyla aydınlattığını sanan bu abesle iştigalinden bihaber bilge, kendi fiksiyonunu yaratmasaydı, kuruntuyu icat etmeseydi ve oralarda buralarda yaşamın özünü, gerçekliğin nüvesini keşfettiğine inanıp, dünyaya tekrar geldiğinde mesih kisvesi altında insanları aydınlatma çabasına düşmeseydi, bu bilge derinden yaralanmaz mıydı? Aslında her şeyin boş, neye elini attıysa bir gün onu terk ettiğinin farkına vardığında içindeki çığlığı nasıl susturacaktı?
Ya da aşk kırıntılarıyla doymasalar da onsuz edemeyenlere çevirdiğimizde gözlerimizi; onların kuruntularının, her ne kadar farkında olmasalar da aslında hayatlarını kurtardığını daha net görebiliriz. İnandıkları, bulmak istedikleri, hayatın gailesinde karşı cinsten bir parça mutluluk koparma araçları olan aşk olmasaydı, evet olmasaydı, Cemal Süreya’nın dizeleri her seferinde “iç çekişlere” uzanmasaydı ve iki gönlün birlikte samanlığı seyrân edebilecek gücü ortaya çıkmasaydı, ne olurdu bu dünyanın hâli? Kuruntuladığı adamı pencere önlerinde bekleyen mahalle kızlarımız, sahteliğini, acınasılığını ve kaybolmuş kendiliklerini ancak şatafatlı gecelerde saklayabilen hatun kişilerin beklediği beyaz atlı prenslerimiz olmasaydı, söyleyin bana bu insanlık duygusal açlığını nasıl bastıracaktı ki? Söylemesi zor fakat aşk olmasaydı, her şey hiçbir şeye dönüşürdü maalesef.
Sahte delikanlılıklarıyla, çapkın bakışlarıyla, yatakta ondan iyisi olmadığı düsturuyla övünen erkekler, kendi gerçekliğinden uyanıp, gerçek dünyaya gözlerini açsa, akıbetleri çok mu iyi olurdu sizce? Cevabı ben vereyim bu sefer; oracıkta dibe batıp çırpınırlardı…
Sözün özü; kuruntularımızın tanrılarıyız hepimiz. Gerçekliğin tehditkâr ve menfur sesinden kaçmak için kulaklarını olan gücüyle kapayan, kendi duymak istediklerini tercih eden bir tanrı… Hakikatin gözünü kör edeceğinden ürken ve dehşetle gözlerini ondan kaçıran, hatta kapatan bir tanrı… Herkes için olan dış dünyayla sohbet etmeye cesâret edemeyen, konuşmaya çalışırken bile hıçkırıklara gark olan, bu yüzden içine kapanmayı tercih eden, lâl olmuş bir tanrı…
Evet, kurduk kendi evrenimizi, kurduk kendi gerçekliğimizi ve başladık yaratmaya… Sadece kendimiz için…
1 yorum:
sözün özü diye başladığın paragrafta kuruntularımızın tanrısı olduğunu söyledikten sonra, ne tip bir tanrı olduğumuzu tasvir etmişsin (yaratığıyla baş edemeyen tanrılar). acaba tanrıya inanmayan biri olarak tanrılar yaratmaya mı çalışıyorsun?
Yorum Gönder