left kanilski | yazmak, kendine alışamamaktır!: serbest edebiyat 4


serbest edebiyat 4

YEMEK MASASI SENDROMU

anne: o yemek yenmeden televizyon yok sana rahmi...
rahmicik: ama annee, çook yedimm midem patlıyc...
anne: suss!!! itiraz istemiyorumm. hem yemezsen arkandan ağlar bak...
(dış ses): HAYIR AĞLAMAZ! artık yeter, kandırmayın çocukları...
anne: sen de kimsin be, hem ne karışıyosun üstüne afiyet olmayan şeylere?
(dış ses) : PARDON TEYZE!
rahmicik: bööğğhh!!!
anne: ayyy! rahmiiiiiiii!!! mutfağa kusulur mu hiç eşşeksıpası...
(dış ses) HAYIR KUSULUR!
anne: sen fazla oluyorsun ama, yiyeceksin şimdi terliği suratına!


yemek yemek... evet konu yemek olunca anılarda yatan bu tip dialoglar da gün yüzüne çıkıyor çoğu zaman. ama bahsetmek istediğim şey anne-oğul dialogları değil, yıllardır süre gelen hurafeler ve batıl inançlar eşliğinde yemek masalarında çocuklara yapılan zülumlar. eminim ki bu yazıyı okuduğunuzda artık siz de çocuklarınıza aynı tutumu gösetermeyecek, biraz daha sebatlı olup onlara zorlamadan yedirmeye çalışacaksınız yemeklerini. geceleri arkalarından ağlar korkusuyla tıka basa yenilmeyecek hiç bir bezelye, fasülye ve bamya!!!

konuya en başından ve teorik olarak girelim önce; ev hali malum, anne, baba ve kardeşler vardır ve henüz yaşı 12-13'e gelene kadar çocuklar, yemeklerini annelerinin gözetiminde yemek zorundalardır. tavuk misali bakar anne civcivlerinin yemek yeme tarzına ve miktarına. daha sonra da dikey ve tepeden inme direktiflerle yemeğin istediği gibi yenmesini ve yavrusunun akranlarından arda kalmadan çabucak gelişmesini ister. çocuksa aklının bir köşesinde, bilgisayar oynamayı, sokağa inip hasan ve hayriyle (duruma göre merve ve buse de olur) top koşturmayı (ip atlamayı), sabah okulda silgi atarak bacaklarına baktığı ayşegül'e kendince şiirler yazmayı düşünür. kısacası aklında olanlar unutturulmak istenircesine mide hacminin üstünde yemek yenmesi istenir ondan. yazıktır, günahtır ebeveynler... sizin yaptığınızı 2.petro yapmaz. aynı zamanda "çocuk bu acıkırsa yer zaten" düşüncesi gelmez hiç bir ebeveynin aklına, onlara göre acıkan çocuk yemek yemez, abur cubur yer. tamamen yanlış demiyorum bu düşünceye, hatta saygı da duyuyorum inceden. fakat abur cubur yemesin diye de küçük midenin kapasitesi neden zorlansın? bir yemeğin çöplüğe gitmesi, çocuğun sindirim sisteminden daha mı büyük sorun sizce? neymiş efendim, yemek çöplüğe gitmezmiş... bırak allahını seversen füsun teyze! sen yemeğin ölçüsünü ayarlayama sonra da hariçten gazel kıvamında "bunları bulamayanlar da var rahmi, bitiriver çabuk çorbanı çöpe gitmesin, günah..." de. velev ki, yetecek kadar yemek yapıldı diyelim, ama çocuk bu istemedi canı. e tamam da bir insan doyana kadar zevk alır yemek yemekten, ondan sonra tiksinti ve acı başlamaz mı? işkence çektirmeye ne gerek var o zaman, di mi ama? ayrıca başka bir husus da, yenilen yemek sindirimden sonra boşaltıma geçildiğinde yine aynı akıbete ulaşmıyor mu, kanalizasyon işçileri de mi rahatsız bu durumdan? değiller efendim, değiller.

şimdi yeni bir paragraf ve yeni bir bakış açısı getirmek istiyorum olaya; evreni tasavvur edelim, uçsuz bucaksız evrende sizce hangi madde kaybolabilir ki? bilim adamları da teyit ediyor bunu; en küçük yapı taşları bile evrende kaybolmaz. örneğin, hayvanlar kesiliyor yok oldu zannediyoruz. ama onun etini yeyip, sütünü içip daha sonra da boşaltımı yaptığımızda ortaya çıkan şey bitkiler için bulunmaz bir hazine...gübre. o da kullanılıyor ve evren kendi geri dönüşümünü tamamlıyor bir bakıma. ağaç dikiliyor, meyve veriyor, hayvanlar otluyorlar... gibi. yani anlayacağınız bir döngü var bu evrende. e öyleyse çöpe dökülen yemeklerle, çocuğun yemek yemesi arasında tiksinti ve acı duygusu hariç ne gibi fark var? hepsinin gideceği yer aynı aslında. hepsinin evrenin maddesel çarkında devinmekten başka bir yazgısız yok. velhasıl-ı kelam, çocuklara söylenen şeylerin asılsız ve hurafeden başka bir şey olmadığı aşikar artık, bırakalım bu yalanları. başta da dediğim gibi nerde gördünüz efendim yemeklerin ağladığını, geceleri uykulara girip "beni yemedin rahmiii!" dediğini. bu tür soyut şeylerle ancak çocuk kandırırsınız -ki zaten öyle de oluyor-. ileride bir gün bu çocuklar nasıl bir ergenlik yaşayacaklar, gölgelerinden korkup soyut baskıların veridiği huzursuzluğu nasıl aşacaklar? söyle füsun teyze, savunmanı yap. "ne biliym evladım, biz de çocuktuk böyle gördük" de. evet sen de böyle gördüğün için aynısını yapıp zincire yeni bir halka ekliyorsun zaten. şu an 23-24 yaşlarında yorganlarının altına saklanan arkadaşlarım var. evet, hepsi de böyle bir geçmişin verdiği sancıları taşıyor hala, atlatamıyorlar ve umutsuzlar.

diyeceğim odur ki; bırakalım çocuklar bamya yemesinler istemedileri sürece, bana yapıldı başka erhanlara yapılmasın, rahmiler gece ballı süt içmeden de uyuyabilsin. merve fasülyesini pilavsız yemekten çok mutlu, genç anneler rahatsız, ama onlar da doğruyu görecekler, anlayacaklar. artık çocuklarına evrenin döngüsünü anlatacaklar. "aç değilsen sonra yersin yavrum" deyip, kapıcının "abla çöp de çok birikmiş" demesine kulak asmayarak, yenmeyen yemekleri çöpe atmaktan çekinmeyecekler. evet fakir edebiyatı yemek masalarına giremeyecek artık. çocuklar mutlu kalkacak yemek masalarından ve oyunlarına adapte olup, yaşının gerektirdiklerini yapacak fütursuzca... şimdi hep bir ağızdan; "korkusuz ve baskısız yemeklerden sağlıklı geleceklere..."

Hiç yorum yok: