Bir insandan hem nefret edip hem de onu sevebiliyorsanız, sizin dünyanız “o” olmuştur artık. Onun egemenliğinde varsınızdır. Hayatınızı siz değil, o yönetiyor demektir. Ruh halleriniz onun iradesindedir.
Şayet bir gün, sizin üzerinizde bu kadar etkisi bulunan ve hem nefretin sadist eğilimini hem de sevginin insancıl yanını bir arada yaşatan o, ortadan kaybolursa ne yaparsınız? Acı veren bütün duygular o anda varlıklarını hissettirmez mi? işte o anda dayanaksız ve referanssız kalırsınız. Nasıl ki “bugün kavramı”, dün ve yarın kavramlarının referansıysa, başka bir deyişle, zaman algımız, bugünü bilincimizde sabitlediğimiz için dünü ve yarını yaratabiliyorsa, onun kayboluşu da hem geçmişi hem de geleceği yok eder. Bu durumda ayakta durmakta güçlük çekerek, hatta sendeleyerek tutunacak bir şey aramaya koyulur, onun bıraktığı derin boşluğu dolduramayacağınızı anladığınızda ise varoluşunuza lanet edersiniz. Her şeye yeniden başlamanın yoruculuğunda bitkinleşir, yeniden başlansa bile gelecekte tekrar aynı kaderi yaşayabileceğiniz olasılığında boğulursunuz. Sonuç; yere kapaklanırsınız…
Bir insandan hem nefret edip hem de onu sevebiliyorsanız, derin bir açmazdasınızdır. İkilemin iki ucuna doğru gerilmiş soğuk ve ince bir telde dengede durmaya çalışırken, bir yandan da hangi yöne gideceğinizi düşünürsünüz.
Nefret; bir amacınıza ulaşmaktan sizi alıkoyana beslediğiniz duygudur. Varlığınız kadar gerçektir, zirâ nefretin sahtesi olmaz. Sevgi ise en yalın haliyle, size haz veren psikolojik bir gereksinimin karşılanmasından duyulan hoşluktur. Bir gün doyuma ulaşırsanız eğer, arkanızda bırakacağınız bir anı yahut alışkanlıktır. Gerçekliğini geçiciliğinde yaşarsınız. Kısacası, o sizden bir şey alırken, size başka bir şey vermiştir. Hangisinin peşinden gideceğinize nasıl karar verebilirsiniz? Neye dayanarak? İşte açmaz tam da burada başlar. Bu belirsizlik devam ederken bile o hâlâ bilincinizi meşgul ediyorsa, artık benliğinizin bir önemi kalmamış demektir. Yine de her şeye rağmen apaçık görünen bir gerçek vardır; o, varlığıyla size en uç iki duyguyu yaşatabilmiştir. Sizi, düşüncenin ve duyguların pençesinde oyalayabilmiştir ve algılarınızı, bir hareketiyle duygularınıza ulaşabilecek kadar kendisine yönlendirebilmiştir... O, hayatınıza damgasını vurmuştur.
Şayet bir gün, sizin üzerinizde bu kadar etkisi bulunan ve hem nefretin sadist eğilimini hem de sevginin insancıl yanını bir arada yaşatan o, ortadan kaybolursa ne yaparsınız? Acı veren bütün duygular o anda varlıklarını hissettirmez mi? işte o anda dayanaksız ve referanssız kalırsınız. Nasıl ki “bugün kavramı”, dün ve yarın kavramlarının referansıysa, başka bir deyişle, zaman algımız, bugünü bilincimizde sabitlediğimiz için dünü ve yarını yaratabiliyorsa, onun kayboluşu da hem geçmişi hem de geleceği yok eder. Bu durumda ayakta durmakta güçlük çekerek, hatta sendeleyerek tutunacak bir şey aramaya koyulur, onun bıraktığı derin boşluğu dolduramayacağınızı anladığınızda ise varoluşunuza lanet edersiniz. Her şeye yeniden başlamanın yoruculuğunda bitkinleşir, yeniden başlansa bile gelecekte tekrar aynı kaderi yaşayabileceğiniz olasılığında boğulursunuz. Sonuç; yere kapaklanırsınız…
Bir insandan hem nefret edip hem de onu sevebiliyorsanız, derin bir açmazdasınızdır. İkilemin iki ucuna doğru gerilmiş soğuk ve ince bir telde dengede durmaya çalışırken, bir yandan da hangi yöne gideceğinizi düşünürsünüz.
Nefret; bir amacınıza ulaşmaktan sizi alıkoyana beslediğiniz duygudur. Varlığınız kadar gerçektir, zirâ nefretin sahtesi olmaz. Sevgi ise en yalın haliyle, size haz veren psikolojik bir gereksinimin karşılanmasından duyulan hoşluktur. Bir gün doyuma ulaşırsanız eğer, arkanızda bırakacağınız bir anı yahut alışkanlıktır. Gerçekliğini geçiciliğinde yaşarsınız. Kısacası, o sizden bir şey alırken, size başka bir şey vermiştir. Hangisinin peşinden gideceğinize nasıl karar verebilirsiniz? Neye dayanarak? İşte açmaz tam da burada başlar. Bu belirsizlik devam ederken bile o hâlâ bilincinizi meşgul ediyorsa, artık benliğinizin bir önemi kalmamış demektir. Yine de her şeye rağmen apaçık görünen bir gerçek vardır; o, varlığıyla size en uç iki duyguyu yaşatabilmiştir. Sizi, düşüncenin ve duyguların pençesinde oyalayabilmiştir ve algılarınızı, bir hareketiyle duygularınıza ulaşabilecek kadar kendisine yönlendirebilmiştir... O, hayatınıza damgasını vurmuştur.
6 yorum:
bir insanı hem sevip hem nefret edebilmek tutsakların işidir.sevgisi tutsak etmiştir onu,kontrol edemediği sevgisinin tutsaklığından da ölümüne nefret eder...
Yarımsın; ama tam karşımdasın
Tam akarşımdasın; ve yarımsın...
..........
..........
Oruç Aruoba
"bir insanı hem sevip hem nefret edebilmek tutsakların işidir.sevgisi tutsak etmiştir onu,kontrol edemediği sevgisinin tutsaklığından da ölümüne nefret eder..."
varlığını hissettiren ama çözemediğim bir şeyi açıklamışsın yorumunla...
evet belki de tutsaklığın "bir şey yapamamazlığından" kaynaklanıyor bu nefret...
ya da onda görmek istediğin sevgiyi göstermemesinin hıncı...
bu arada oruç arouba... iyi geldi. eğer oruç arouba'yı seversen ve nietzsche hakkındaki konuşmasına gelmek istersen...
http://www.santralistanbul.org/yukselarslan/
28.10.09. 18:00-20:00 arası Santral'de...
ah gelmeyi çok isterdim ama maalesef antalyada yaşıyorum.oruç aruoba'yı çok severim.edebiyat ve felsefenin iç içe olabileceğini çok iyi anlatıyor.
aa kötü oldu bu... neyse ben gider en önde dinler sana anlatırım o zaman...:)
nispet yapma ama:D neyse artık senin anlattıklarınla yetincem:D
Yorum Gönder