left kanilski | yazmak, kendine alışamamaktır!: denemeler #5


denemeler #5


İÇ Mİ, DIŞ MI?


İnsanın iki seçeneği var aslında hayata ilk geldiğinde… ya içine kapanacak ya da dışarı açılacak. İlkine psikopat, sosyopat, asosyal hatta anti-sosyal, yabani diyen toplum aynı isimlendirmeyi ikincisi için daha bir gurur okşatanından seçiyor; sosyal, medeni, aslan gibi delikanlı, yırtık, zeki vb. pohpohlamalar. Sınırlamayı ya da kategorileştirmeyi sevmesem de insanlar hep yapıyorlar bunu, çünkü kendi yarattıkları hiyerarşide bir üst kademeye geçmenin kendi egolarını okşayacağını düşünüyorlar, kendi oyunlarını kendileri yazıyor ve kuralları da kendileri çiziyorlar böylece… neyse konumuza başladığımız yerden devam edelim; içe kapanmak ya da dışa açılmak…


İlkinden başlayıp sistematik gidesim var; “ bir insan nasıl içe kapanır?” sorusu, eminim ki paragrafı, sökülmüş çorabın akıbetine benzetecektir. Psikolojik ve sosyolojik tahliller yapmadan konuyu daha yüzeysel ele alırsak;
-ruhsal-ailesel gelişim
-kalıtımsal özellikler
-zekanın gelişimi
-ve diğer sebepler

gibi başlıklarla konuyu irdelemeye başlayalım. Verimli bir aile ortamından uzak ve doğanın soyuna verdiği, onun da babasından miras aldığı görünüşü, sağlık sorunları, yine aynı bağlamda bilişsel faktörlerdeki aksaklık neticesinde zekadaki sorunlar… ve işte karşınızda temeli kendi iradesi dışında atılmış bir gelecek. Böyle bir bireyden nasıl sosyal olmasını beklersiniz ki? Saçma sapan, sadece nicelik hesabıyla kabul gören normalite nosyonuna dahil olamayan bu çocuk, hayata “siktir” çekmeyip de ne yapacak? Maddi durumunun verdiği zorluklar neticesinde etrafında gördüğü olanaklara ulaşamayacağını anladığında neden çabalasın ki? Evet böyle önsel nitelikleri haiz olan bir insan, diğer insanlarla tabi ki iletişim kuramaz ve kendi sanrısal dünyasını yaratmaya koyulup, kendi egemenliğini iç dünyasında sürdürmeye başlar… e durum böyle olunca da, toplum denilen yüzeysel insan çoğunluğu da “normalite” olgusunu devreye sokar ve yargılar onu acımasızca… aslında o kendi dünyasında mutludur, yaratıcı olmaya başlamıştır, bizlere “hadi oradan misket” diyebiliyordur, ama her boka maydanoz kıvamındaki toplum akışkanlığını gösterir ve çocuğun beynine, bilincine doğru telkinlerle zehri vermeye başlar.


“yavrum, arkadaşlarınla oynasana!” tipik bir ebeveyn sözüdür bu gibi durumlarda ve çocuk kendi dünyasından tecrit edilir zorla. Zaman geçer, hayat akar ve büyüyen, sorgulamaya başlayan insanda sıkışmalar, tabir-i psikolojiyle nevrozlar başlar. Çünkü kendi dünyasıyla zorla bulunduğu dış dünya arasında sıkışıp kalmıştır. Bazı hazlar ister, ihtiyaç duyar dış dünyaya yönelmeye başlar, bazen de sahtelikler görür, gurbette gibi hissedip kendi özüne döner… ve biz de onlara “asosyal, ahmak, yabani, sorunlu, kayıp” gibi isimler takarız, o bizi taksa da takmasa da…


Diğer seçeneğe ilişkin olarak da “sosyal” olmayı incelersek; içe kapanan kişiyi etkileyen faktörlerin zıtlarını da burada görmemiz mümkün. Ama bu demek değildir ki bu kişiler “normal” diğerleri değil. Sadece bu kişiler çoğunlukta ve görüngülediğimiz dünya ne yazık ki orantısız bir şekilde bu insanlara ait. İşte bu yüzden normali de onlar belirliyorlar, anormali de. Ne yazık ki yaratıcılıktan uzak ve dünyasal çıkarlara ilişkin amaçlar edinen bu güruh, toplumdan gördüğü kabul edilme ve onaylanmayla, özgüven depolamaya başlayarak ilerliyor kendi bencil hayatında. Kesinlikle yanlış anlaşılmamalıyım diyerek araya giriyorum ki herkes böyle olmak zorunda değil tabiî ki de, anlattıklarım iki grubun da yüzeysel özellikleri ve yaşayışları. Hem sosyal olup hem yaratıcı olanlar var şüphesiz, ama bu onların zorunluluk zincirini kırmasıyla oluşmuş bir şey. Ben ise kendilerinin farkında olup kendi kendilerini değiştiremeyeceklerden bahsediyorum. Neyse tekrar kaldığımız yere dönersek; bencil, özgüvenli ve haz alan dışa dönük insanlar, kendi iç dünyalarından haberdar olmadıkları için, her şeyi somutlaştırmaya başlamıyorlar mı? başlıyorlar ve tümel kavramları menfaatleri doğrultusunda kullanıp, her şeyi maddiyata dönüştürüyorlar. Sanat, müzik ya da din… bu gibi soyut ve insanın iç dünyasına ait olgular artık tümelleştirilip, şekillerle sınırlandırılıp içleri maddiyatla doldurulmuyor mu? Para için müzik yapan, seks için hoca olan, huriler için namaz kılan, beğenildiğini duymak için resim yapan, popüler olmak için kendini satan insanlar sosyal dediğimiz, dışa açık dediğimiz, zeki dediğimiz insanlar grubuna girmiyor mu? Mamafih, dünyanın ev sahibi olan bu insanlar gittikçe daha da güçlenip, kendi oluşturdukları seviyelerde en üste çıkıp, kendi bencilliklerini yaşamak istiyorlar. Ama bunu sadece maddesel ve dış dünyada yapmaları, kendi iç dünyalarını keşfedememelerine neden oluyorsa da onlar zaten bu durumlarından hoşnutlar. kendilerini geliştirme gayesi altında yaptıkları yine aynı bencilliklerine ve güçlü olmalarına hizmet ediyor aslında. Hep daha fazlası, hep daha iyisi için…


Konuyu daha fazla ayrıntılayıp canınızı sıkmak, gözlerinizi yormak istemiyorum ve anlaşıldığımı düşünüp toparlama faslına geçiyorum; insanın kendi dışındakilerle olan ilişkisinde iki seçeneğinin olması ve onu bu seçeneklere yönelten, miras aldığı özelliklerin onun geleceğini şekillendirmesi her ne kadar can sıkıcı olsa da durumu tersine çevirip, kuralları kendimizin koyması da pek tabi mümkünken iki hayat tarzının da doğruluğuna- yanlışlığına karar vermek imkansız. Çünkü bunun için objektif olmak ve objektif olmak içinse 3. bir seçenek olması lazım –ki maalesef yok-.

2 yorum:

Dilcun D. dedi ki...

vayy son cümle çok doğru, aynı zamanda da iddialı! ben içe kapananlardanım, hiç belli etmiyorum değil mi erhan? :) güzel yazı, gözler yorulmuyor sen merak etme uzun uzun yaz!

Adsız dedi ki...

:)) seni tanıyorum artık dodo... dışa açık gibi görünme zorunluluğu altında aslında içe kapananlardansın.