left kanilski | yazmak, kendine alışamamaktır!: Mayıs 2008


serbest edebiyat 5

BAĞLANMAK


yalnızım kalabalığa rağmen dedi genç adam, kadına... kadın gitmek istemiyordu, bağlanmak ve daha da çok keşfetmek istiyordu aşk dediği şeyi... adam biliyordu bunu ve yalnızlığın mutluluğuna inanıyordu. yalnız olunca evrenin zorunluluk ve nedensellik zincirini kırmayı düşünüyordu... buna gerçek özgürlük diyordu. kendi seçmediği bir hayatı yaşaması, annesini, babasını, dinini, hayata bakış açısını zorunluluk olarak omuzlarında ve zihninde taşıması ona zincirlere vurulmuş bir köle olduğunu hissettiriyordu... daha genç yaşlarında dünya normalitelerine savaş açmıştı, özgürlük farklı olmaktı, ama bu yolu farklı olmak için değil farketmek için seçti. etrafında mutlu olmak için kendi değerlerini herkese empoze etmek isteyen eski terimle aristokrat kesimden insanlar vardı... babası ve onun devlet büyüğü arkadaşları...

kadın ise, genç yaşta babasız bir evin kokusunu çekmeye başlamıştı ciğerlerine, korunmasızdı, güçsüzdü ve aidiyet duygusuna bağımlıydı adeta... heyhat! bütün hayatı boyunca yanlış yataklarda kaybetti masumiyetini, muhafazakar beyinlerdeki ismiyle namusunu... olmadık yerde, tahmin edilemedik bir yerde tanıştı genç adamla; uyuşturucu beynini esir alıp onu yeşil ağaçların ve mutluluk denizinin hüküm sürdüğü eşsiz evrene yolculuk için ikna etmeye çalıştığı bir zamanda... sahilde, kendini simsiyah bir gecenin simsiyah sularına atmadan önce...

tam 3 yıl geçti o günden bugüne... hem zorlanmış hayatına nefretini kusmak isteyen genç adam hem de güvende olmak için hayatını bitirmeyi göze alan kimsesiz kadın, bu 3 yıl içinde birbirlerinin eksik yanlarını tamamladılar. zaten sevgi de bu değil mi ki? eksik olan parçasını aramaz mı insan hayatı boyunca? bulunca bir bütün olmuş hissine kapılmaz mı?

adam kadına göre daha önce sardı yaralarını, alış-verişte kendi ihtiyaçlarını tamamlamış, kasaya doğru yönelmişti artık. hesabı ödeyip kaçmak istiyordu kadının hayatından... kadın ise yaşanmamış bir hayatı tahayyül ederek, onsuz yaşayamayacağını düşünüyordu. oysa ki ne de güzeldi onun için güvendiği bir sığınağın olması, erkeğinin onu koruyacağı hissine kapılması... uyuşturucudan temizlenmiş beyninin, bu boşlukta tekrar arayış içinde olabileceği ihtimali erkeğe vicdan azabı verse de o kararını vermişti artık ve kendi hayat yolculuğuna tek başına devam etmeliydi...

-yalnızım kalabalığa rağmen, üstüme gelen yığınların, üstüme gelen yüzlerin beni daha fazla bunaltmalarını istemiyorum artık.
-sen içinde yalnızsın sadece, vücudum senin olduğu sürece, beraber nefes aldığımız sürece yalnız olamazsın, olmamalısın.
-artık eksiklerim yok, artık mahkum olduğum bir şey kalmadı. çizmek zorunda olduğum yol, bulmam gereken anlamlar var şu an zihnimde. ona gitmeliyim, uzanıp almalıyım ondan mutluluğu. umudum var, biliyorum yapabilirim ve bu umut acı veriyor beynime, işkence uzuyor. buna bir son vermeliyim.
-sevdiğini söylediğin anlar vardı, karşılıksız olduğuna inandırdığın hisler. sen uçtuktan sonra benim burada kalmama nasıl katlanacaksın peki?
-belki de ben varım diye acizsin hala, kendini gerçekleştirmektense benim parçam olmak daha kolay senin için?
-bu zor olsaydı da yapardım zaten. hatırla 3 yıl oldu, sürünüyordum ve yaşamdan kaçmak için her ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım, çıkıp gitmek istiyordum bu hayattan, tanrı'nın kapısını hızlıca çarpıp arkama bakmadan uzaklaşmak bütün acılarıma bir son verecekti. sonra sen çıktın, o halimi terkedip sen oldum. sence artık zordan ne kadar korkabilirim?
-demek ki yeteri kadar dibe vurmamışsın. hala düşmekten korkuyorsun ve dibin karanlığı seni güvensiz yapıyor.
-dibe dalmak için güce ve sabra ihtiyacım var. hem yükselmek için bir nedenim yoksa neden uğraşayım ki?
-ne yazık ki uğraşmalısın bir süre daha, çünkü bu durum daha da içinden çıkılmaz hale gelmeden gitmeliyim. istencime ve irademe saygımı kaybetmemem lazım, sadık kalmalıyım kendi sözlerime.
-beni bırakma!
-beni bırak!
-seni bırakmam!
-beni bırak!

ve genç adam, kadının hayatından çıkarak kendi hayatına doğru yolculuğa başladı... onun attığı her adım onu güçlendirirken, iradesinin kudreti duygularının kasvetine hükmederken, kadın da kendi yalnızlığında buldu kendi ruhunu. bir zaman önce bir adam için terkettiği ruh artık yine onun bedenindeydi ve kadın, makyajlı gülüşlerin ve maskeli yüzlerin arasında kendi özünde buldu aradığı güveni. bağlanmak mahkumluktu, bağlanmak ödün vermekti...


(resim: nazmiye dönmez)

dadaist edebiyat 2


Sevmiyorum…evet bir çok şey gibi muhabbet denince kendini anlatmaktan başka bir şey düşünemeyen ve acizliklerini saklamaya çalışan insanlarla konuşmayı, onlarla zamanımı paylaşmayı sevmiyorum. İnsanları değil dikkat ederseniz, onlarla konuşmayı, onların kurdukları hayali dünyalarındaki muhatapları olmayı sevmiyorum. İnsanlığımın özüne, dinlediğim kadar anlatmak istememe karşı gelerek, bu hakkımı hiçe sayarak, sadece kendi güçsüz ve ezik hayatını benim gözümde yüceltmek isteyenlerle konuşmaktan bıktım, usandım ve yoruldum. Mecbur değilim, biliyorum… zaten bunu anlayınca gidiyorum, uzaklaşıyorum onun varlığından, zihnimi meşgul etmiyorum onu dinleyerek… sormak istiyorum, haykırmak istiyorum onun sahte yüzüne, pembe dizilerden aşina olduğum çıkarcı hüznüne; “ seni bu kadar özel yapan ne ki geçmişinde yaşadığın düş kırıklarından ve can sıkıntılarından filizlenmiş hayatının bu kadar önemli olduğunu düşüyorsun, senin ne ayrıcalığın var diğer insanlardan, benden? Sadece sen mi aldatıldın, sadece sen mi her gece seks yapıyosun ya da seni hüzne ve acıya mahkum edenin tanrı olduğunu mu düşünüyorsun? değil mi, en çok acıyı sen çektin, senin kaderin ilahi kudretin özel ilgisiyle yazılmış? Sana, “evet çok büyüksün, her zorluğu çekmişsin, ama mükemmel bi aklın ve sorunlarla baş etme kabiliyetin var demeliyim” ve senin farklı olduğunu teyit etmeliyim di mi? Ancak öyle susarsın ve geçmişteki ruhsal veya maddesel boşluklarını insanlara kendini anlatarak doldurmaya çalışan, kendini kandırmaktan başka çaresi kalmayan karakterinle siktirip gidersin dünyamdan…

Evet nefret ediyorum ve vücudumda dolaşan hayat sıvımın her damlasında hissettiğim öfke; bu tip insanların boşa geçmiş hayatlarını süslemelerini ve böylece vicdan azaplarından kurtularak yalancı bir huzur hissine kapılmalarını önlemek için çalışacak. Onları dinlemeyeceğim, hatta yüzlerine bakmayacağım. Daha çok çırpınırlarsa” beni dinle ve beni bu hayatta önemli kıl” diye, fütursuzca acizliklerini yüzlerine vurup, kendi hayatlarının ne kadar değersiz ve başkalarının görüşlerine bağlı olacak kadar lüzumsuz olduğunu anlamalarını sağlayacağım. Böylece kendi hayat hikayelerini ve yaşayışlarını; sanki tanrı tarafından özel kılınmış, yeryüzünde onun temsilcisiymiş gibi anlatan ve kendi zihinlerine mastürbasyon yapanlara, bu boşalmanın verdiği hisle pişmanlıklarına karşı kalkan oluşturanlara, kendi acizliklerini göstermiş olabilirim belki. Ya da onlar için ağlama duvarı vazifesine layık görülüp sonra da ihanet eden pozisyonunda kalarak, başka birer duvar bulmalarına neden olurum. Çünkü onlar için karşındakinin nefes alması sadece bir ilinek veya ayrıntı, özel ve başat olan ise onu dinleyen bir metanın olması…

(resim: nazmiye dönmez)

dadaist edebiyat 1




ADIM ADIM




Üstüne bastıgım sarı yaprakların çıkarttıgı hışırtıların eşliğinde yürüyorum, yürümekten tek zevk aldığım parkta… git gide hızlanıyorum yürürken, içime çekiyorum ağaçların tesellisini oksijen kıvamında ve ilerliyorum… hızlanmak ve özgürmüş gibi koşmak istiyorum ve adımlarımı hızlandırıp yavaş yavaş koşmaya başlıyorum, parktaki insanlara umursamadan… koşuyorum sonunu bildiğim parkta, hızlıca ve bacaklarımdaki kaslar yanmaya başlayana kadar. Zihnimden geçen görüntüler, artık daha fazla işgal etmiyor beynimi, silikleşip kayboluyorlar daha hızlı koştukça. Hayal ediyorum sonunu bildiğim parkta, sanki sonunu bilmiyormuşum gibi ve koştukça rüzgarı arkamda hissetmek güven veriyor duygularıma, vicdanıma, her adımda omzumda yer edinmiş ağır yükleri atıyorum sanki… kalbimin zorlanması, ciğerlerimin kasılıp- genişlemesi sadece bedenime hükmedebilir artık, ruhum ya da uygun düşerse zihnim, gördüğü ışığı bırakmak istemiyor artık… ışık, daha çok ışık…






(resim: nazmiye dönmez)