left kanilski | yazmak, kendine alışamamaktır!: denemeler#16 (06.09.10)


denemeler#16 (06.09.10)


CENNET'TEN KOVULUŞ YA DA "EXODUS"
Bir zamanlar, evren daha varlığa gelmemişken iki insan cennette mutlu ve sonsuz doyumla yaşıyorlardı. Tanrılarıyla bir, birbirleriyle mutlu, mutluluklarından emin. Duyguları ve duyuları mutlak tatmin içinde sürüp giderken, yasak meyve’nin cazibesi akıllarına bir kıvılcım çaktırdı. Daha önce edilgendi zihinleri. Birbirinden farklı görüntülerle, imgelerle doluydu ama özne olarak buna müdahale eden, aklı kontrol eden düşünce henüz saklıydı. Kıvılcım anında “ilk düşünce” zuhur etti. “Big bang” gibi tıpkı. Bir bakıma soruyla başladı her şey; hevesli bir “Niye” den sonra aktı sular. İnsan düşünmeye, zihnini kendi düşüncesiyle çevirme yetkinliğine erdi. Sorusu sorulmaz cevapların âleminde, düpedüz isyandı bu. Tanrı ne yüklerse zihin onu almalıydı, kendinden menkul bir düşünce nankörlüktü. İnsan bilerek özgür oldu. Kovuldu cennetten. Kutsal kitaplarda olayların akışı değişiklik gösterse de meselenin özü budur. Bazılarında Âdem yaratmıştır ilk bilgiyi, Havva arkasından sökün eder ve dünyaya gelirler. Bazılarında ve yine Sümer, Mısır mitolojilerinde de benzeri bulunduğu üzere, dünyaya gelen Âdem’in yalnızlığı, Tanrı’nın acımasıyla Havva’yı ademin kaburga kemiğinden çıkartır.


Her neyse, sonuç olarak Âdem ve Havva dünyadadır. Özgürdürler. Mutlak doyum içinde, güvenlik ve korkusuzluk içinde yaşarlarken, iradeleriyle özgürlüğü seçmeleri onları bu nimetlerden azade bırakmıştır. İnsan dünyada bigânedir artık. Muazzam bir doğanın içinde, onunla ilişik ama farklı. Korkak, çünkü güvende değil. Güvende değil, çünkü güçsüz. Tanrı’yla arasında aşması gereken bir dünya ve önünde savaşarak, kendi düşüncesini terbiye ederek ulaşması gereken bir amaç. Özgürlüğün insan bahşettiği düşünce, ya da düşüncenin insanı özgür yapması bir tarafta, kaygı, güçsüzlük, ne yapacağını bilememek, acizlik de diğer tarafta. İki taraflı, iki yönlü, iki boyutlu bir insan. Zamansızlıktan zamansallığa geçiş anındayız aynı zamanda.


17 yüzyıl düşüncesi insanı iradeyle tanımlamayı çok sever. Tabii o günün Avrupa’sında insanın kilisenin saltık otoritesinden çıkıp, kendi başına bir şey yapabileceğine inanmak gerekiyordu. Bunu irade sağladı. İrade daima aklın tarafına meyletmeliydi ki dogmaların karanlığı aydınlığa mahkûm olsun. Bir yanda duygular, diğer yanda yanlış, saçma sapan düşünceler. Ama insanda tanrı’nın lütfettiği kutsal bir yön vardı; irade. Doğruyu yanlışı seçebilecek olan tek şeyi iradesiydi. Bilgiler öğretilmeliydi, papazlar her şey anlatmalıydı, yasalar şu suçtur demeliydi. Ama son söz insandaydı. Bir bakıma günümüz modern devlet, hatta hukuk sistemimiz bu ön kabul üzerine neşet etmiştir. İrade yoksa suç yoktur. Paul’un iradesi hırsızlığı seçmeseydi, onu hapse atmak kadar atmamak da makul olurdu.


İradenin karşısında ise zorunluluk vardır. “Her şeyin olması gerektiği gibi olması”. Zorunluluk, insanın üzerindeki yükü şefkatli bir anne gibi, o henüz uykusundayken alır. Her şeyin bir nedeni vardır. Ama insan bu nedensel çarka hiçbir zaman çomak sokamaz. İradesi yoktur zira. Serbest kılınmamıştır. Sırf özgürlük de korkunçtur, büyük bir sorumluluk altına girer insan. Sartre’ın “bulantı”sıdır bu ya da Heidegger’ın “fırtlatılmışlık”ında gizlidir bu anlam. Salt zorunluluk da bütün sistemi kaosa çevirebilir. Belki de insan yaratmaya, düşünmeye, dünyayı değiştirmeye bile yeltenmeyecektir o zaman. Kendi çıkarları uğruna başkasını hiçe saymak zorunluluk altında kabul edilirse dünya savaş alanı olmaya pek müsait olacaktır. Bu yüzden çoğu dinde ve normatif sistemde hep aynı uzlaştırma göze çarpar. Zorunluluk vardır, insanın seçemediği, aklının ermediği şeyler. Sadece mutlak varlıktan (Tanrı) zuhur eden, onun erkine tâbi. Topluma câzip bir afyondur bu. Ama bir yandan da toplumsal sistem için olmazsa olmaz koşul, “irade” olmalıdır. Tabiri caizse, bir arabanın arkasına iple bağlı bir köpeğin özgürlüğü layık görülmüştür insana. Konu dağılmaya, oraya buraya dallanmaya çok müsait, bu yüzden sadede gelmeliyiz bir an önce. Öyle ya da böyle, irade varsayımını veya zorunluluğu kabul etsek bile değişmeyen bir şey var; cennetten kovulduk. İçimizde belki de hep o kovulmuşluktan, Tanrının elinin tersini görmüş olmaktan kaynaklanan incinmişlik, kaygı, yalıtılmışlık ve hüzün var. Bunları atlatıp yolumuza devam etmek için ilaçlar alıyoruz, bazılarını psikiyatristler veriyor, bazılarını biz kendimiz icat ediyoruz, aşk, ulus, aile, mülkiyet vesaire.


Hep o bütünlüğe, bölünmemişliğe dönebilmek adına har vurup harman savuruyoruz zamanı. Boşluğu doldurursak tam takım insan olacağımıza dair güçlü beklentilerimiz ve inançlarımız var. Her ne kadar Einstein hatırlattıysa da şunu unutuyoruz; “Tanrı zar atmaz”. Kovulduysak, kapı yüzümüze bir kere kapandıysa, bitmiş gitmiştir. Geriye dönüş yoktur artık. Tanrı vazgeçmez. Zirâ vazgeçmek, mükemmel bir fikre her zaman gölge düşürür. Diğer bir deyişle Tanrı’nın hükmü henüz daha en baştan vazgeçilmeyi dışlar. Vazgeçmek Tanrıya yakışmaz. Ama bizim vazgeçmemiz lazım. Bizim payımızda mükemmellik, olmuşluk yoktur. Bütünün küçük, güvensiz bir parçasıyızdır. Sürekli aynı uğraşı vermekten vazgeçmeliyiz. O boşluk kapanmaz. Onunla uğraşmaktan başka şeyler yapamayan, sürekli kendimizle ilgilenen bireyler haline geliyoruz. Fark etmiyor muyuz, sürekli başladığımız noktaya geldiğimizi. Hangi şeytanın lanetidir bu. Yoksa Sisifos’un yazgısına mı ortak olduk bilmeden.


Sisifos, tanrı tarafından bir cezaya çarptırılmıştır; dik bir tepeye kocaman bir kayayı çıkarması gerekmektedir. Ama tepenin ucuna her yaklaştığında kaya elinden kayar. Sonsuza kadar aynı şey tekrarlanacaktır. Bu döngüden sıyrılmak için kovulmuşluğu kabullenmemiz gerekiyor. Belki de Sisifos gibi boş çabalardan vazgeçip yola devam edersek özgürlüğümüze layık olacağız.

7 yorum:

Büşra Bayram dedi ki...

ben yazılarına hayranım

Unknown dedi ki...

yazilarinla hayatimi degistirdin.. ifadende kararsizsin isiklarin altinda.. seni tutan biseyler var korkularin yanindaaa aaaa. renklerin icindeeee

kanilski dedi ki...

çok teşekkürler, bu güzel iltifata layık gördüğün için Hayal Meyal :)

kanilski dedi ki...

sevgili Ayhan Bey, umarım hayatınızı güzel bi yöne doğru değiştirmişimdir... söylediğiniz şarkıyı ben de çok severim. ama siz de bilirsiniz ki, ciddi bir yorumdan sonra şarkı sözleri döşemek, yorumu okuyanlarda gayriciddi olduğunuza dair şüpheler uyandırabilir.

spESİfik dedi ki...

yola koyulmakla bitmiyor.daha çok yol yürünecek.ki üstüne yürüdükçe yollar uzayacak ve öğrenicez durup beklemek gerektiğini.sonra farkedicez.aslında yolun yolcusu değil yol olmak istediğimizi.

Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
kanilski dedi ki...

bence de spESifik, yolun sonu o k adar önemli deil galiba, yolda olmak, bir yola yönelmiş olmak ve yolun bizim olması... özgürlük'ün hakkını vermek lazım...