left kanilski | yazmak, kendine alışamamaktır!: 4 köşe yazıyorum (06.02.10)


4 köşe yazıyorum (06.02.10)


HOŞ


Bazen bir rüyanın peşinden gitmek ister insan. Bir hayale, bir arzuya, bir “o anda ne hoşuna gidiyorsa ona” kapılır ya, bu akıntıya kendisini bir kerecik olsun bırakmalıdır. Hoş gelen şeyler var çünkü. Her gün… her yerde…

“Hoş”, güzel bir kadının ismimle bana seslenmesinde,
“Hoş”, yaşadığın yerin dışında farklı insanların yaşadığı ve mutlu göründükleri yerlere bir kartpostalda yahut televizyon kanalında rastlamamda,
“Hoş”, lezzetli bir yemek kokusunun peşinden gidip, ellerimle alelacele davranmamda
“Hoş”, yeri doldurulamayacak insanlarla ölümsüz bir resim çektirip seneler sonra “hey gidi günler” dememde…
“Hoş”, sinir olunan bir velede annesi başka tarafa bakarken “nanik” çekip, korkutucu mimikler yapmamda…
“Hoş”, babaannemin diş kabına limon tuzu atıp uzaktan kıkır kıkır gülmemde…
Kısa söylemek gerekirse, “hoş”, her şeyi yapabileceğine inandıran o sezgide.

Evet “hoş” şeyler var hayatta. Oranı çok az olup, tesadüflerin imparatorluğunda yaşasa da, sıkıntıların arasından sapsarı bir zambak yahut bembeyaz bir frezya gibi çekiciliğini belli ederken, dikkatsiz gözler yüzünden gücenip ortadan kayboluverse de… var.

“Hoş”u söylemek, “hoş”u dinlemek, “hoş”u izlemek, “hoş”u içten geçirmek bile farklı bir anı yaşatır insana. O anı bütün bir hayat sanmamızı ister.

Hoşuma gidiyor. Hoşsun. Hoşlanıyorum. Velhasıl hoş şeyler bunlar…

Fakat denk gelmesi zor, hatta belli bir yaştan sonra bir daha hiç gelmez diyenler var. Sanki henüz, “böyle yapmalıyım” yahut “hayır yapmamalıyım” diyene kadar geçen o kısacık sürede varlığını belli eder. Gördünüz gördünüz. Acaba deyip, kararsızlığın ipinde cambazı oynadığınızda bütün sihrini kaybedebilir. Gücenir, içerlenir, bir daha da uğramam şeklinde sitemler edebilir.

Daha önce bu evrende kaç kere yaşadığımı veya yaşayacağımı bilmiyorum. Ama şu an bilincinde olduğum bir yaşamım varken ve beni kendisinden ebediyen mahrum etmeden, bir kez daha herhangi bir “Hoş”un arkasından sürüklenmeliyim. O karşıda bir an parlayışına dikkat kesilmeliyim. Uzun zaman olmuş etrafıma bakmayalı. Dosyalar, defterler, görevler, ödevler, kitaplar, yazılar, artılar, eksiler filan derken kendimi boş yere ambalajlamışım.

Her gün biraz daha bağlanıyoruz yaşadığımız yere. Her gün biraz daha üstümüze geliyor yaşam. Yapılacaklar listesinde bir not daha… Akşam yemeğinin tatlı hazzında bile yarın gidilecek yerler, imzalanması gereken belgeler yahut aranması gereken müşteriler var. Yahu doğru dürüst sevişemiyor bile insan. Kafada binbir soru varken ne pozisyonundan bahsediyorsunuz.

Her an kapı çalabilir ve bir yakının öldüğü haberi verilebilir. Ya da atıyorum süpermarkette ketçap reyonunda bakınırken üst raftan kalın bir kavanoz ışığımı söndürebilir. Garantisi yok hiçbir şeyin. Kefil değil kimse yaşama. Tesadüfün yarattığını tesadüf yok edebilir her an.


Biraz daha devam etmek istiyorum biçimsiz ve sıkıştıran hayata dair örnekler vermeye; bir kuruma, bir okula, bir en önemsizinden telefon operatörüne kayıt olmak için bile adresimizi istiyorlar. Önemli durumlarda bize ulaşmaları için telefonla ya da internetle yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Birileri her an bize ulaşabilir. Hatta ulaşmalı. Nerede olduğumuzu yanımızdaki sinyal yayan cihazlardan tesbit edebilirler. Yalnızlık da zorlaşıyor. Zorla yalnız olamazsın diyorlar sanki. Kendi kendiliğime müdahale etmek istiyor eşekoğlueşekler. Diğer taraftan ben de onlara her an ulaşmalıyım. Yerim yurdum, mesleğim, gelirim, babamın ismi filan hepsi bir yerde kayıtlı olmalı. Her gün görmem gereken, konuşmam gereken insanların sayısı artmalı. Neme lazım her şey sosyal çevrede bitiyor. Network tanrısının hidayetine ermek için sürekli tapınmak gerek.

Kısaca şunu demek istiyorum; o kadar çok parçaladık ki hayatımızı, o kadar çok planlar yaptık ki, henüz gün başlamadan hangi aralıkta neler yapacağımızı belirledik (biliyoruz). Kendi halimi nazarı itibara aldığımda, bu aralar her zamankinden daha çok sıkıştığımı hissediyorum; habire ezen, bastıran ve sıkıştıran bir şeyler var üstümde, yanımda, arkamda. Anlatamıyorum tam. Ama siz anladınız ne demek istediğimi. Size de oluyor bu anlattıklarım bazen, değil mi?

“Ne yapmalı acaba, nasıl bir çıkış bulmalı?” diye düşünmekten de bir bok olmuyor. Bunu sabit tecrübelerime dayanarak söylüyorum. Tabii her yöntem kişiye özel. Deneyebilirsiniz. Arayabilirsiniz. Ama tam da bu çözüm arayışından sıkılmışken o “hoş” çıkabiliyor karşınıza, benden söylemesi. İşte şu sıralar ben bunu keşfettim dostlarım. Önceden de bu kadar karşıma çıkıyor muydu, ya da ben mi görmezden gelip susturuyordum hatırlayamıyorum ama, ayartıyor, cazip geliyor namussuz. Sanki bir şeytan “yap hadi!” “kımılda!” deyiveriyor dibimde. Bence siktiredin ne yapsak, nasıl çözsek olayını. Hakikaten diyorum. Zaten bu sorular bile o “çıkmaz”a hizmet etmiyor mu? Atın kendinizi o “hoş”un yoluna. Düşünmeden. Düşünce teftişe çıkmadan sırtından vurun onu. Bir kerecik. Bir defalık en azından, Hep doğru kabul gören şekillerde yaşama fırsatımız varken, özür dilemek, “bir daha olmaz abi!” ya da “kusura bakma abla!” demek, “tövbe Allah tövbe!” çekmek gibi enstrümanlar da hâlihazırda mevcutken bir defalığına “yaramazlık” yapalım…

8 yorum:

Aşk ve Zehir dedi ki...

hayatın ağırlığına, yorgunluğuna ve sıkıcılığına rağmen evet bazen hoş şeyler, an'lar, kimseler, dakikalar ve güzelliklerle karşılaşabiliyoruz. ve bence işin sırrıda o güzelliklerle karşılaşıldığı anda fırsatı değerlendirmektir.. yani keyfini çıkarmak, tadını almak ve zevkine varmaktır.. ama bilindiği gibide keylfli olup, zevk ve tad veren herşeyde az biraz günah içerip, yoldan çıkarıcıdır.. arada yapmalı çünkü günahlarda gereklidir sevaplar kadar..

ELİF dedi ki...

Hayat akıp giderken sadece biz pencerenin o ışık gelen aralığından el sallamakla yetiniyoruz...
Hayatta sana biçilmiş rolüne hoşluklar katarak yaşamak varken...

Yaşamak o kadar güzel ki diyen insanların sohbetlerini dinlemek varken ,kendi kendimize yetemeyecek sorular arıyoruz...

Sorular soruları doguruyor ve cevaplarını asla bulamıyoruz.Biliyormusun cevaplar aslında bizim içimizde gizli sadece orada senin dışarı çıkartmanı bekliyor...
Sen nasıl hoşlukları bulduysan ,diğer gülen yüzlerde hep içinde...
Ah bir içimizi çözebilsek.

kanilski dedi ki...

bilemiyorum AşK ve Zehir, senin kadar ölçülü olsam daha mı mutlu olurdum? :)

kanilski dedi ki...

"Biliyormusun cevaplar aslında bizim içimizde gizli sadece orada senin dışarı çıkartmanı bekliyor...
Sen nasıl hoşlukları bulduysan ,diğer gülen yüzlerde hep içinde..."

Elif, derin bir sufilik potansiyeli görüyorum sende...

Aşk ve Zehir dedi ki...

mutluluk dediğin ucu açık bir kavram.. bir kadeh şarap veya sabah sıcak yatağında sarıldığın sevgilin.. sır hayattan keyif ve tad alabilmek Kanilski..

illa takılacaksın değil mi :-)

beenmaya dedi ki...

ah benim akılsız yüreğim ve yüreksiz aklım derim ben kendime sıklıkla...

bilirim çünkü ikisi bir arada olmaz, olamaz, olamıyor ne yazık ki. ve bizler bu ikisini aynı anda bir arada yaşama sevdasına geçmişin gölgesi ve geleceğin telaşesi arasında şimdi'yi bir acele, bir hüzün, bir tereddüt vb tüm karmaşık hislerle birlikte tüketip gidiyoruz sadece. yaşamıyor, yaşamıyoruz ne yazık ki...

oysa biliyoruz ya içten içe hayata dair, hayatımıza dair o hoşlukları yakalayabilmemiz için o zaman aklı tatile gönderip yürek sesinden, yürek gözünden, yürek izinden gitmemiz gerekiyor sanki. sadece yürekten hissetmemiz...

kanilski dedi ki...

"mutluluk dediğin ucu açık bir kavram.. bir kadeh şarap veya sabah sıcak yatağında sarıldığın sevgilin..." sevdim bu tanımı Aşk ve Zehir.

birlikte gülünce yakınlaşır insanlar :)

kanilski dedi ki...

Beenmaya;

evet maalesef hepimiz kendi kendimize sınırlar çiziyoruz. onu yapamam, bunu yaparsam şu olur, böyle yapmak bana yakışmaz vs gibi...

bence aklı burda bırakıp bizim tatile gitmemiz gerek :))